Çocuk Koruma Merkezleri ; Ceza Sorumluluğu Ve Sosyal İnceleme

0

21.Temmuz 2010 tarihli Resmi Gazetede “CUMHURİYET ÜNİVERSİTESİ ÇOCUK KORUMA UYGULAMA VE ARAŞTIRMA MERKEZİ YÖNETMELİĞİ” başlığı ile bir yönetmelik yayınlanmıştır. Yükseköğrenim Kanununun 7. maddesine dayandırılan bu yönetmeliğin 5. maddesindeki merkezin amaçları şu şekilde gösterilmiştir. Buna göre Cumhuriyet Üniversitesi Tıp Fakültesi içindeki ilgili anabilim dalları ve öncelikle çocuk sağlığı ve hastalıkları, çocuk cerrahisi, çocuk psikiyatrisi ve  adli tıp anabilim dalları arasında işbirliği ve koordinasyonu sağlayarak; korunma ihtiyacı olan veya suça sürüklenen çocukların tanı, tedavi, korunma ve izlenmelerine dair uygulama ve araştırmaların yapılacağı ortamı sağlamak ve yapmak, vede  Cumhuriyet Üniversitesi Hastanesine başvuran, korunma ihtiyacı olan veya suça sürüklenen çocukların ihmal ve istismardan korunması için çalışmak, bu çocukları değerlendirmek, tanı, tedavi, korunma ve izlenmelerini gerçekleştirmenin olduğu belirtilmektedir..

Merkezin faaliyet alanlarının gösterildiği 6. maddede a) İhmal ve istismara uğrayan çocukların tanı, tedavi ve izlenmelerini gerçekleştirmek,  b) Suça sürüklenen çocuğun cezai sorumluluğunun belirlenmesi için gerekli olan inceleme ve değerlendirmeleri yapmak, c) Çocukların kronolojik yaşını ortaya koymaya yönelik çalışmalar yapmak, ç) Çocuğun soy bağının ortaya konması için danışmanlık yapmak ve ilgili laboratuarlarla işbirliği içinde olmak, d) Merkeze başvuran olgulara ait kayıtların standart bir şekilde ve tek elden tutulmasına yönelik çalışmalar yaparak veri tabanı oluşturmak ve bu konuda diğer çocuk koruma merkezleriyle iletişim içinde olmak, e) Korunma ihtiyacı olan veya suça sürüklenen çocuklar ile ilgili kamu kurum ve kuruluşları ve sivil toplum örgütleriyle işbirliği yapmak ve bu konuda diğer çocuk koruma merkezleri ile iletişim içinde olmak merkezin çalışma alanları olarak belirtilmiştir

Bu yönde Marmara Üniversitesinde de aynı başlık altında bir merkez açılmış olup bu merkez ile ilgili yönetmelikte 28.8.2009 tarihinde yayınlanmıştır.Bu yönetmeliğin faaliyet alanları ile ilgili 6. maddeside son yönetmelik ile  aynı olup suça sürüklenen çocuğun cezai sorumluğunun belirlenmesi için yapılmış olan düzenlemede aynı (b) fıkrasında yer almaktadır. Dolayısıyla Cumhuriyet Üniversitesinin yönetmeliği hazırlanırken  Marmara Üniversitesinin bu yönetmeliğinden aynen yararlandığı görülmektedir.

Ayrıca bu konu ile ilgili olarak Gazi Üniversitesininde de aynı başlık altında bir merkez faaliyettedir.  Bu merkezin yönetmeliği ise 19.3.2006 tarihinde Resmi Gazetede yayınlanmıştır.Bu yönetmelik incelendiğinde ise aynı başlık altındaki merkezin sadece çocuk ihmal ve istismarına yönelik olduğu ve suça yönelen çocuklara ceza sorumluluğunun belirlenmesine yönelik her hangi bir çalışmaya yer vermediği görülmektedir. Öte yandan Erciyas Üniversitesinde de “Çocuk İhmali ve İstismarını Engelleme Uygulama ve Araştırma Merkezi” başlığında da bir merkez faaliyet göstermekte olup bu merkezin yönetmeliğide 18.5.2009 tarihinde resmi gazetede yayınlanmıştır.

Bu merkezlerle ilgili yönetmelikleri birlikte incelediğimizde Gazi ve Erciyas Üniversitelerinin Tıp Fakülteleri  bünyesinde  öncelikle çocuk ihmal ve istismarına yönelik kanu ile ilgili tıp bilim dallarının uyumu için  bir uygulama ve araştırmayıda içeren    “merkez” şeklinde bir yapılanmanın oluşturulduğunu ve daha sonra  bu uygulamaya Marmara ve Cumhuriyet Üniversitelerinin suça sürüklenen çocuk bağlamında ceza sorumluluğunun belirlenmesine yönelik çalışmaları da  eklediği görülmektedir.

Özellikle son zamanlarda artan çocuk ihmal ve istismrarı ile ilgili olarak ortaya çıkan sağlık sorunlarınada yönelik üniversitelerimizdeki tıp fakultelerinin   hem eğitim hemde hastanelerindeki klinik hizmetlerini uyumlu bir şekilde   kurumsal bir  birim ve kimlik altında yürütmek istemeleri sevindiricidir. Çünkü öncelikle bu konuda ve 2005 yılında yürürlüğe giren “Çocuk Koruma Kanunu” bağlamında ihmal ve istismara yönelik çocukların yasal açıdan korunup kollanması ile ile ilgili olarak SHÇEK ve diğer kurumlardan biri olan Sağlık Bakanlığının kanunda belirtilen görevlerini tam olarak  yerine getirmemelerinden dolayı oluşan eksikliklerinde bu “merkez” adı altındaki birimler aracılığı ile giderilmesi ülkemiz açısından önemli bir adımdır.Bu şekilde   önemli bir işlevin karşılanmasının  sağlanmasıda hedeflenmiş olmalıdır.

Bu merkezlerin başlığında özellikle “Çocuk Koruma” kelimesine yer verilmesi ile Çocuk Koruma Kanunu olmak üzere çocukların “Medeni Kanun” bağlamında korumasına yönelik kamusal hizmetlerin bir arada verildiği ve yürütüldüğü şeklinde sosyal hizmetide içeren  bir kamusal hizmet algılamasının olması ile birlikte özelllkle Cumhuriyet ve Marmara Ünivesitelerindeki merkezlerinin suça sürüklenen çocukları ve bunlara yönelik cezai sorumluluğunun belirlemesine yönelik çalışmaları merkezin  çalışma alanlarına almaları ile de bu  yapılanmanın sağlık ile birlikte  hukuk ve sosyal hizmetler  açılarından  irdelenmesi ihtiyacı ortaya çıkmaktadır.

Merkezin bu şekilde belirlediği çalışma alanları ile birlikte çocuk ihmal ve istismarın yanı sıra özellikle suça sürüklenen çocukların ceza sorumluluğunun belirlenmesi için inceleme ve değerlendirme yapmayı çalışma alanı olarak göstermesi ile uygulama hem  Türk Ceza Kanunu hemde Çocuk Koruma Kanunun uygulama alanının da bir parçası olmuştur.

Bu çalışma;  konuyu bu açılardan değerlendirmeye yönelik bir çalışmadır..

CEZA SORUMLULUĞU:

Bilindiği gibi suça yönelen çocuk ve gençlere yönelik uygulama  öncelikle 2005 yılında yürürlüğe giren 5237 sayılı  Türk Ceza Kanunu ve 5395 sayılı Çocuk Koruma Kanunundaki düzenlemeler ile halen yürütülmektedir.

Toplumsal yaşamla ilgili kural ve düzenlemelerin yer aldığı yasalara aykırı davranışlar bilindiği gibi “suç” olarak kabullenilmektedir.  Bu suçu işleyen doğal olarak kişiye bir ceza öngörülmektedir

Tanım olarak, bir kişinin işlediği herhangi bir suçtan dolayı sorumlu tutulabilmesi içinde, suç sırasında, işlediği suçun hukukî anlam ve sonuçlarını algılayabilme veya bu fiille ilgili olarak davranışlarını yönlendirme yeteneğinin tam olması gerekir. Yani bir kişinin işlediği suçtan dolayı kanun nezninde sorumlu olup olmaması, onun bu hareketi yaparken mental sağlık ve mental olgunlaşma derecesinin ne düzeyde olduğuna bağlıdır ki buda kişilerdeki olgunlukluk ve “yetişkin” olma hali ile de bağlantılı bir durumdur.Bir “BİLİNÇ” durumu söz konusudur.  Cezai sorumlulukta buna bağlı olarak, kişinin suç anındaki harekat ile irade ve şuur serbestisine bakılarak değerlendirilir. Bir anlamda kanun koyucu, davranış sorumluluğunu kişinin akli dengesine göre tanımlamakta ve bunu cezai sorumluluk kavramıyla açıklamaktadır.

“Ceza sorumluluğunun esasları” ile ilgili düzenlemeler Türk Ceza Kanununun  ikinci kısımda yer almaktadır.  Birinci bölümde yer alan 21. maddede “Kast” başlığı ile bir düzenleme yapılarak suçsun oluşmasının kastın varlığına bağlı olduğu belirtilerek KAST’ı suçun kanuni tanımındaki unsurların bilerek ve isteyerek gerçekleşmesi olarak hükme bağlamıştır.Yani bir “BİLİNÇ” gereklidir..  Bu madde bağlamında suçun  bir KAST / BİLİNÇ içinde işlenip   işlenmediğinin belirlenmesi  vede maddi gerçeğin araştırılması ceza yargılamasının temel  unsurlardan biridir.

Kanunun ikinci kısımın ikinci bölümünde ise  “Ceza sorumluluğunu azaltan nedenler” ile ilgili düzenlemeler yapılmıştır. “Kanunun hükmü ve amirin emri (mad.24)”;”Meşru savunma ve zorunluluk hali (mad.25)”;”Sınırın aşılması (27)”; “Haksız tahrik (mad.29)”;”Hata (mad.30)”;”Akıl hastalığı (mad.32); “Sağır ve dilsizlik (mad.33)”;”Geçici nedenler,alkol veya uyuşturucu madde etkisinde olma (mad 34)” ile birlikte “Yaş Küçüklüğü” başlığı altında   31. Madde de bir düzenlenme yapılmıştır.

TCK’nin bu 31. maddesinin 1. fıkrasında; “Fiili işlediği sırada on iki yaşını doldurmamış” olan çocukların ceza sorumluluğu olmadığı belirtilmiştir. Bu kişiler hakkında ceza kovuşturulması yapılamayacağı vurgulanmış ancak bunlara; “çocuklara özgü güvenlik tedbirleri uygulanabileceği,” belirtilmiştir.

Maddenin 2. fıkrasında ise fiili işlediği sırada “oniki yaşını doldurmuş olup da onbeş yaşını doldurmamış olanların” işlediği fiilin “hukuki anlam ve sonuçlarını algılayamaması veya davranışları yönlendirme yeteneğinin yeterince gelişmemiş olması halinde” ise ceza sorumluluğunun bulunmadığı belirtilmiştir. Ancak bu kişiler hakkında çocuklara özgü güvenlik tedbirlerine hükmolacağı vurgulanmıştır…” İşlediği fiili algılama ve bu fiile ilgili olarak davranışlarını yönlendirme yeteneğinin varlığı halinde” de, bu kişiler hakkında suç ağırlaştırılmış mühebbet hapis cezasını gerektirdiği takdirde oniki yıldan yıldan on beş yıla, mühebbet hapis cezasını gerektirdiği takdirde dokuz yıldan onbir yıla kadar hapis cezasına hükmolacaktır. Diğer cezaların ise yarısı indirileceği ve bu halde her fiil için verilecek hapis cezasınında yedi yıldan fazla olamayacağı belirtilmiştir.

3. fıkrada ise: “Fiili işleği sırada onbeş yaşını doldurmuş olupda onsekiz yaşını doldurmamış olan kişiler” hakkında suç ağırlaştırılmış mühebbet hapis cezasını gerektirdiği takdirde onsekiz yıldan yirmidört yıla, mühebbet hapis cezasını gerektirdiği takdirde oniki yıldan onbeş yıla kadar hapis cezası hükmolunacaktır. Diğer cezaların ise üçte biri indirilir ve bu halde her fiil için verilecek hapis cezası oniki yıldan fazla olamaz şeklinde de düzenlenmiştir.

TCK’nin 31. maddesinin gerekçesinde ise özellikle, “suç oluşturan bir fiili işlediği sırada oniki yaşını bitirmiş olup da onbeş yaşını bitirmemiş olan kişilerin işlediği suç açısından davranışlarını yönlendirme yeteneğine sahip olduğunun belirlenmesi halinde ceza sorumluluğunun olduğu kabul edilmiştir.

 

Bu gurup yaş küçüklerinin ceza sorumluluğunun olup olmadığı, çocuk hakimi tarafından tespit edilir. Ancak, bu belirlemeden önce, yaş küçüğünün içinde bulunduğu aile koşulları, sosyal ve ekonomik koşullar ile psikolojik ve eğitim durumu hakkında uzman kişilerce rapor hazırlanması istenir. Çocuk hakimi, hazırlanan bu raporları, ceza sorumluluğunun belirlenmesi ile ilgili olarak yapacağı değerlendirmede dikkate alır.

 

Kusur yeteneği bulunmayan yaş küçüğü hakkında ceza tertibine yer olmadığına karar verilir. Ancak, bu kişiler hakkında koruyucu, eğitici ve yeniden topluma kazandırıcı nitelikte güvenlik tedbirine hükmedilir.

 

Çocuk hakimi, işlediği suç açısından ceza sorumluluğunun olduğunu kabul ettiği yaş küçüğü hakkında ise kural olarak indirilmiş cezaya hükmedecektir,” şeklinde de maddeye bir açıklama getirmiştir.

Dolayısıyla 1889 İtalyan Ceza Yasasının kaynak olarak alınması bağlamında (ki bu yasa 1930 yılında İtalyada değişmiş olup çocuk yargılamasına yönelik yeni hükümlerde getirilmiştir) bu 1926 yılında yürürlüğe giren 765 sayılı eski Türk Ceza Kanunu’nun 53.,54. maddelerinde de yer verilen Kast/Bilinç kavramına bağlı  “Ceza Sorumluğu” çerçevesinde yetişkin olmayanlara/çocuklara yönelik önce “CEZA/CEZALANDIRMA” yaklaşımı “Çocuk Koruma Kanunu”na da bu şekilde aynen yansıtılmış ve devam ettirilmiştir.Çocuk ve Gençlerin “Ceza” uygulamasından kurtulmanın ilkeside gene “çocuğa” bırakılarak “çocuğun” bir yetişkin gibi olmadığı ve suçu kasten yani bilinçli olarak  işlemediğinin kanıtlanması   istenmektedir. Bu bağlamda 12-15 yaş arasındaki çocukların bu yaş içinde oldukları ve bu yaşa bağlı doğal gereği yaşamak zorunda olduğu bilimsel  gelişim özellikleri bile dikkate alınmamıştır..Bu 16-18 yaş gurubundaki gençler için söz konusu bile değilidir..  Ceza sorumluluklarının belirlenmeside  yetişkinlikle ve “Kast/Bilinç” kavramanı ile  ilişkilendirlerek “işlediği fiili algılama ve bu fiile ilgili olarak davranışlarını yönlendirme yeteneğinin varlığı halinin” olup olmadığına dayandırılmıştır.Kısaca bir BİLİNÇ HALİNE dayandırlmıştır.

Bu belirlemede ise gerekçeye göre “yaş küçüğünün içinde bulunduğu aile koşulları, sosyal ve ekonomik koşullar ile psikolojik ve eğitim durumu hakkında uzman kişilerce rapor hazırlanması”  gerekmektedir.

Bu gerekçe ile birlikte yapılan düzenleme ile de yürürlükten kaldırılan 2253 sayılı yasada belirtilen “farik ve mümeyyizlik” ile ilgili tıp uzmanları tarafından verilen BİLİNÇ düzeyi ile ilgili  raporlar ile mahkemede görevli sosyal hizmet uzmanlarınca düzenlenen “sosyal inceleme raporu” da tek bir “sosyal inceleme raporu” başlığına indirgenmiştir.

TCK’nin, “ceza sorumluluğunu kaldıran ve azaltan nedenler” ile ilgili 2. bölümdeki 32. maddesinde ise “akıl hastalığı” ile ilgili bir düzenleme de yer almaktadır. 1. fıkrada: “Akıl hastalığı nedeniyle, işlediği fiilin hukuki anlam ve sonuçlarını algılayan veya bu fiile ilgili olarak davranışlarını yönlendirme yeteneği önemli derecede azalmış olan kişiye ceza verilmez,” denmektedir.Bir ölçüde KAST/BİLİNÇ ın sorgulanması ve araştırmasını engellemeye yönelik bu durumun tespiti ise Adli Tıp Kurumlarınca düzenlenen rapor ile belirlenmektedir. Bu raporların sonu ise genellikle “…Akıl hastalığı, ya da çocukluk çağı sendrom arazına raslanmadığından eyleminin hukuki anlam ve sonuçlarını kavrama ve davranışlarını yönlendirme yeteneğinin bulunduğu kanaatini bildirir rapordur,” şeklinde düzenlenmektedir. Dolayısıyla “Yaş küçüklüğü” ile ilgili 31. maddede belirtilen ve aranan “bilinç” ile ilgili “HAL” ile bu maddeki aranan “HAL”in benzer olduğu da gayet açık bir şekilde  görülebilmektedir.

SOSYAL İNCELEME RAPORU

Bu bağlamda; 2005 yılında 2253 sayılı Çocuk Mahkemeleri ile ilgili yasayıda yürürlükten kaldıran ve bunun yerine hem Çocuk Mahkemelerini hemde dünyada tek örneği olan ÇOCUK AĞIR CEZA MAHKEMELERİNİ kurarak çocuklara AĞIR CEZALAR vereceğimizide çağdaş bir uygulama olarak sunan   5395 sayılı “Çocuk Koruma Kanunu”nun üçüncü bölümünde “Sosyal İnceleme” başlığında ayrı bir bölüme de yer verilmiştir.Bu bölümdeki 33. madde sosyal çalışma görevlileri 34. madde sosyal çalışma görevlilerinin görevlerini belirtmekte, 35. maddede ise “Sosyal İnceleme” nin niteliği ile ilgili bir düzenleme yapılmıştır.

35. maddedeki bu düzenleme de ise çocuklar hakkında mahkemelerin, çocuk hâkimlerinin veya Cumhuriyet savcılarınca gerektiğinde çocuğun bireysel özelliklerini ve sosyal çevresini gösteren inceleme yaptırılacağı belirtilmektedir. Sosyal inceleme raporunun, çocuğun, işlediği fiilin hukukî anlam ve sonuçlarını algılama ve bu fiille ilgili olarak davranışlarını yönlendirme yeteneğinin mahkeme tarafından takdirinde göz önünde bulundurulacağı da vurgulanmıştır.Diğer bir deyimle adli süreçte  bir ihtiyaç anında çocuğun bir yetişkin gibi suçu bir “kast/bilinç”e dayalı işleyip işlemediğinin değerlendirilmesinde yararlanılacaktır.

Ayrıca madde de derhâl tedbir alınmasını gerektiren durumlarda sosyal incelemenin daha sonra da yaptırılabileceği belirtilmektedir. Mahkeme veya çocuk hâkimi tarafından çocuk hakkında sosyal inceleme yaptırılmaması hâlinde ise de, gerekçesinin kararda gösterilmesi gerekli görülmüştür.

Fakat hakimin ve savcının isteğine bırakılmış bu “Sosyal İnceleme” raporunun içeriği ile ceza sorumluluğu kavramı bağlamında  “kast/bilinç” ın belirlenmesi ile ilgili  “işlediği fiili algılama ve bu fiile ilgili olarak davranışlarını yönlendirme yeteneğinin varlığı halini” belirleyen bir raporun içeriği bir biri ile örtüşmemektedir.

Kaldıki bu “HAL” akıl sağlığı ile de ilgili 32. madde de aranan “hal”dir. Bu nedenden dolayı da hem içerik hem uygulama açısından bir sorun da oluşmaktadır. Bu hal ile ilgili olarak 32. madde kapsamında doğal olarak “kast/bilinç” oluşmadığı için ceza verilmez iken 31. madde de “kast” ın varlığıda kabul edilerek  ceza verilmesi  ise  çelişkili önemli bir unsurdur.

Bir kavram ve uygulama kargaşası içeren bu sorunun oluşması ve maddenin bu şekilde düzenlenmesi; özellikle 2004 yılında Anayasada yapılan değişiklik bağlamında iç hukukun bir parçası olan BM  Çocuk Hakları Sözleşmesi vede bu sözleşmenin önsözünde de belirtilmesi açısından sozleşmeninde bir parçası olan çocuk ve gençlik yargılamasında uygulanması gereken kuralları belirten Pekin Kuralları’nın 16. maddesindeki Sosyal İnceleme Raporunun hafif suçlar dışında ağır suçlar için zorunlu olarak yapılması gerekliliği ile de bağlantılıdır.

Dolayısıyla; ÇKK’nin 35. maddesinin bu şekilde düzenlemesi ile hem  bu zorunluluk kuralından bir şekilde kurtulmak veya ülkemize özgü bir şekilde kural esnetilmek istenmiştir… Hemde daha önceki 1880 İtalyan Ceza Kanunu ile bağlantılı uygulamanın temelini oluşturan ceza sorumluluğu bağlamında istenen rapora da yeni bir işlev kazandırılmıştır. Hatta bu zorunluluk hali ile ilgili durum ÇKK’nin Meclis görüşmeleri sırasında gündeme getirilmiştir. Ancak hükümet temsilcisi her yerde sosyal çalışma görevlisi bulunamayacağını gerekçe göstermiş ve madde bu şekilde düzenlenmiştir.

Ancak bu sorun düzenlenen yönetmelikle de daha da kuvvetlendirilmiştir.Bir kavram kargaşasına yasaya aykırı başka bir boyutta kazandırılmıştır.

Çocuk Koruma Kanununun Uygulamasına İlişkin Usul ve Esaslar Hakkındaki Yönetmelik’i bu kapsamda değerlendirdiğimizde ise Yönetmeliğin 20. maddesinde “Sosyal inceleme talebi, yaptırılması ve değerlendirilmesi” başlığı altında bir düzenleme yapıldığı görülmektedir. Bu madde ile kanunun 35. maddesinde belirtilen Sosyal İnceleme Raporunun yaptırılması ile ilgili usul ve esasların belirlendiği görülmektedir.

Sosyal İnceleme Raporu ile ilgili yasada yer alan belirsizliklere de açıklık getirmek istenen bu madde ise:

MADDE 20 – (1) Kanun kapsamındaki çocuklar hakkında mahkemeler, çocuk hâkimleri veya Cumhuriyet savcılarınca gerektiğinde çocuğun bireysel özelliklerini ve sosyal çevresini gösteren inceleme yaptırılabilir. Soruşturma ve kovuşturma aşamalarında çocuğun, veli veya vasisi ya da müdafi veya bu kimselerin avukatları da mahkeme veya çocuk hâkimine müracaat ederek çocuk hakkında sosyal inceleme yapılmasını talep edebilirler.

(2) Fiili işlediği sırada oniki yaşını bitirmiş onbeş yaşını doldurmamış bulunan çocuklar ile onbeş yaşını doldurmuş ancak onsekiz yaşını doldurmamış sağır ve dilsizlerin işledikleri fiilin hukukî anlam ve sonuçlarını algılama yeteneğinin ve bu fiille ilgili olarak davranışlarını yönlendirme yeteneğinin olup olmadığının takdiri bakımından sosyal inceleme yaptırılması zorunludur.

(3) Fiili işlediği sırada oniki yaşını bitirmiş onbeş yaşını doldurmamış bulunan çocuklar ile onbeş yaşını doldurmuş ancak onsekiz yaşını doldurmamış sağır ve dilsizlerin işledikleri fiilin hukukî anlam ve sonuçlarını algılama yeteneğinin ve bu fiille ilgili olarak davranışlarını yönlendirme yeteneğinin olup olmadığını takdir yetkisi münhasıran mahkemeye aittir. Sosyal incelemeyi yapan bilirkişi, çocuğun içinde bulunduğu aile ortamı, sosyal çevre koşulları, gördüğü eğitim, fiziksel ve ruhsal gelişimi hakkında bir rapor düzenler. Hâkim, bu yaş grubuna giren çocuğun kusur yeteneğinin olup olmadığını takdir ederken, görevlendirdiği bilirkişinin hazırlamış bulunduğu raporda yer verilen gözlem, tespit ve değerlendirmeleri gözönünde bulundurur.

(4) İkinci ve üçüncü fıkralardaki hâllerde, hâkim veya mahkeme, sosyal inceleme raporu ile birlikte çocuğun işlediği fiilin hukukî anlam ve sonuçlarını algılama ve bu fiille ilgili olarak davranışlarını yönlendirme yeteneğinin belirlenebilmesi amacıyla adlî tıp uzmanı, psikiyatrist ya da zorunluluk hâlinde uzman hekimden görüş alır.

(5) Derhâl tedbir alınmasını gerektiren acil durumlarda sosyal inceleme sonucu beklenmeden tedbir kararı verilebilir. Ancak sosyal inceleme daha sonra yaptırılarak, gerektiğinde tedbir konusunda verilen karar değiştirilebilir.

(6) İnceleme, kararda gösterilen sürede tamamlanmalıdır; gerektiğinde ek süre talep edilebileceği gibi kararda bir süre belirtilmemiş olması hâlinde incelemenin çocuğun durumunun aciliyetine uygun bir süre içerisinde tamamlanarak, raporun mahkemeye sunulmuş olması gerekir.

(7) Mahkeme veya çocuk hâkimi tarafından çocuk hakkında sosyal inceleme yaptırılmaması hâlinde, gerekçesi kararda gösterilir,” şeklinde düzenlenmiştir.

Yapılan bu düzenleme ile de görüleceği gibi maddenin birinci fıkrasında “kanun kapsamındaki çocuklar” hakkında “mahkemeler, çocuk hâkimleri veya Cumhuriyet savcılarınca” gerektiğinde “çocuğun bireysel özelliklerini ve sosyal çevresini gösteren inceleme” yaptırılabileceğini belirtilmekte olup bu incelemenin çocuk hakimlerince, Cumhuriyet savcılarınca gerektiğinde çocuğun bireysel özelliklerine ve sosyal çevresine yönelik olduğu özellikle belirtilmesine rağmen maddenin ikinci fıkrasında ise belli bir ayırıma giderek “fiili işlediği sırada oniki yaşını bitirmiş onbeş yaşını doldurmamış bulunan çocuklar ile onbeş yaşını doldurmuş ancak onsekiz yaşını doldurmamış sağır ve dilsizlerin” işledikleri fiilin “hukukî anlam ve sonuçlarını algılama yeteneğinin ve bu fiille ilgili olarak davranışlarını yönlendirme yeteneğinin olup olmadığının takdiri bakımından” sosyal inceleme yaptırılmasının zorunlu olduğu yönünde bir usül ve esas belirlendiği görülmektedir.

Yapılan bu düzenleme ile de özellikle 2253 sayılı yasada yer alan ve Çocuk Koruma Kanunu ile başta evrensel kurallara uygunluk bağlamında uygulamadan kaldırılmak zorunda kalınan “farik ve mümeyizlik” ile ilgili raporun yerine getirilmek istenen sosyal inceleme raporunun işlevine yönelik belirsizlik ve çelişkinin yönetmelik de bu şekilde aynen devam ettirildiği görülmektedir. Özellikle maddenin üçüncü fıkrasında “işledikleri fiilin hukukî anlam ve sonuçlarını algılama yeteneğinin ve bu fiille ilgili olarak davranışlarını yönlendirme yeteneğinin olup olmadığını takdir yetkisi” mahkemeye ait olduğu vurgulandıktan sonra sosyal incelemeyi yapanın bir “bilirkişi” durumunda olduğu da belirtilerek bu inceleme “çocuğun içinde bulunduğu aile ortamı, sosyal çevre koşulları, gördüğü eğitim, fiziksel ve ruhsal gelişimi hakkında bir rapor” düzenleneceği belirtirek “hâkim”in, “bu yaş grubuna giren çocuğun kusur yeteneğinin olup olmadığını takdir ederken, görevlendirdiği bilirkişinin hazırlamış bulunduğu raporda yer verilen gözlem, tespit ve değerlendirmeleri gözönünde” bulunduracağı da vurgulanmaktadır.

Dolayısıyla öncelikle bu şekilde yapılan bu düzenleme ile sosyal inceleme raporunun TCK’nin Ceza Sorumluluğu ile bağlantılı olarak Yaş Küçüklüğü ile ilgili 31.’inci maddenin 12-15 yaş gurubundaki çocuklara uygulanması için aranması gereken “yeteneğin” belirlenmesi bağlamında bir araç olduğu ve bu konuda “dosyaya yönelik bir şeklin tamamlanmasının” amaçlandığı da gayet açık olarak görülmektedir.Bu düzenleme yapılırken aslında “Kast/bilinç” düzeyi ile ilgili bir yetenek aranırken buna ek olarak ilgili maddelerde yer almayan “kusur yeteneği” şeklinde bir yetenekte uygulamaya getirilerek sosyal inceleme raporuna yeni bir işlev getilmiş, uygulama ve kavram kargaşası dahada derinleştirilmiştir.

Yürürlükten kaldırılan 2253 sayılı yasa ile bu yetenek bilindiği gibi “farik ve mümeyizlik” raporu ile bu yaş gurubunda zorunlu olarak aranmaktaydı. Bu yönde içtahatlaraa oluşmuştu. Uygulamada ise bu rapor özellikle ve öncelikle Adalet Bakanlığının Adli Tıp Kurumları tarafından düzenlenmekteydi.

İnternette  Dr.Umit Biçer ve Dr.İ.Hamit Hancı ‘ın “Adli Psikiyatri” başlıklı bir  çalışması yer almaktadır.Bu çalışmada “Algılama ve Yönlendirme yeteneği” olarakda değerlendirilen “Farik ve Mümeyyizlik”  “Fark etme ve sorumlu olma” olarak tanımlanan bu kavramın anlamı; iyiyi kötüden, eğriyi doğrudan ayırt etme, görme ve seçme yeteneğidir. Bu yeteneğin çocuklarda belli bir yaştan sonra oluştuğu bilinmektedir. Çocuklar ancak bu yeteneği kazanmalarından sonra işledikleri suç karşısında sorumlu tutulabilirler” şeklinde yansıtılmıştır.Bu bilgi ile de görüleceği gibi “Fark etme ve sorumluluk alma” hali, bir “yetişkin” olma halidir.BİLİNÇ ile ilgili bu hal ise bilindiği gibi bir süreç sorunda kazanabilen bir hal olup hukuken bu  kazanımda 18 yaşından sonradır.

“Farik ve mümeyyizlik muayenelerinde” ise ”  Zeka ve beden gelişimi, Suç işlediği tarihte 11 yaşını bitirip 16 yaşından gün almamış olduğu, Herhangi bir çocukluk devresi psikiyatrik sendrom bulgusu veya zeka geriliği bulunup bulunmadığı, İşlediği fiilin niteliğini ve bir suç olduğunu, yapılması ile başkalarının zarar göreceğini ve kendisine ceza verileceğini bilecek derecede zeka gelişimine ulaşıp ulaşmadığı, Suçun işleniş biçimi, İçinde bulunduğu emosyonel koşullar ve sosyokültürel çevresi araştırılmalıdır. Farik ve mümeyyizlik, özel uzmanlık alanlarınca çözümlenecek nitelikte yoğun bilgi ve değerlendirme yöntemlerini gerektirmektedir. Hekim kendisine başvuran olgularda bu konuları tüm ayrıntılarıyla araştırıp yargıya  sağlıklı bir sonuç vermelidir. 2253 sayılı Çocuk Mahkemeleri ile İlgili Kanunun 20. maddesine göre “çocuğun işlediği suçun anlam ve sonuçlarını kavrayabilme yeteneğinin uzman kişilere tespit ettirilmesi zorunludur.” Çocuk mahkemeleriyle ilgili kanunun bu maddesine göre pratisyen hekimin verdiği “farik ve mümeyyizlik” raporu geçerli değildir. Yargıtay kararlarına göre de; bu raporu veren hekimin adli tıp, nöroloji ya da psikiyatri uzmanı olması gerekmektedir.” şeklinde bilgi ve değerlendirmeyede bu çalışmada yer verilmiştir.

Gene internette  Dr. Ümit Naci GÜNDOĞMUŞ tarafından “ADLİ TIP”başlığı altında T.C. Sağlık Bakanlığı Temel Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğü tarafından hazırlanmış bir eğitim materyalinde “FARİK VE MÜMEYYİZ RAPORLARI” nın hazırlanması ilede ilgili bir bilgi yer almaktadır.Bu bilgide şu şekildedir. “Bu kavram 12 yaşın içinde, 15 yaşını bitirmemiş çocukların yaptıkları suç teşkil eden hareketlerin sonuçlarını, yani hareketlerinin toplumsal bir zarar oluşturup oluşturmadığını,yürürlükteki hukuki kurallara aykırı olup olmadığını bilip bilmediklerinin araştırılmasını kapsar. Basit olarak bu yaş grubundaki çocukların işledikleri bildirilen suçun, suç olup olmadığını bilip bilmedikleri araştırılmalıdır.

Yürürlükteki yasalara göre, 12 yaşına kadar çocukların cezai sorumluluğunun bulunmadığı, 16 yaşından itibaren de farik vemümeyyiz oldukları kabul edilmiştir. Bu nedenle muayeneden önce çocukların 12-15 yaş grubuna girip girmedikleri belirlenmelidir.Muayenede, çocukta psikiyatrik bir sendrom, zeka geriliği olup olmadığı araştırılmalı, suçun türü, işleniş şartlan, yaşanılan sosyal çevre, örf ve adetler, eğitim düzeyi gibi unsurlar da incelenerek bir görüş bildirilmelidir. Hekim, kendisini asla yargıç yerine koymamalıdır. Olayda çocuğun suçlu olup olmadığı değil,

o suçun bilincinde olup olmadığı araştırılmalıdır. Muayene

sırasında suçun işlenmediği kanaatinin oluşması, o suçun

bilincinde olunmadığı, dolayısıyla farik ve mümeyyiz olunmadığı anlamına gelmemelidir.

Bu bilgi ile de, bu yönde yapılan  raporlama  çalışmasının nasıl yapıldığı vede nelere dikkate edilmesi gerekliliği çocuğun bir yetişkin gibi olup olmadığının araştırılmasının bir “BİLİNÇ HALİNİNİ”  tıbbi açıdan nasıl araştırıldığı ve  değerlendirildiği de gayet açık bir şekilde görülmektedir.  Tıbben 16-18 yaşındaki gençlerinde bu bağlamda BİLİNÇlerinin bir yetişkin olarak değerlendirilmeği görülmektedir.

Özelliklede “hangi kolunun mühürlenerek” gönderildiği belirtilen bu tek sayfalık belli bir form şeklinde düzenlenmiş bu rapor/raporlama örneklerinde de görüleceği gibi; yapılan “muayene” sonucunda “herhangi bir zeka geriliği veya çocukluk dönemi psikiyatrik sendrom arazı” nın tespit edilip edilmediği ile ilgili bir tespit ve değerlendirme genellikle yer almaktadır. Bunun yanı sıra “olay tarihinde doğum tarihi itibari ile” hangi yaş içinde olduğu ve “söz konusu olayda da herhangi bir psikopatolojik öge”nin bulunup bulunulmadığının “tıbbı kanaatine” varılıp varılmadığı sonucu doğrultusunda bu tıbbı inceleme uygulanan “çocuk”un olay tarihindeki “suçunun FARİK ve MÜMEYİZ” olup olmadığı şeklinde bir “KANAATIN” bildirildiği bu rapor “Adli Tıp Uzmanı tarafından düzenlenip imzalanmaktaydı.

Eski Türk Ceza Kanununun mantığı ve cezalandırmaya yönelik felsefesine gayet uygun olan bu uygulama ve bu kapsamda düzenlenen bu rapor yerine yeni Türk Ceza Kanunun ve Çocuk Koruma Kanununda yapılan bu düzenlemeler ile sosyal inceleme raporunun bu raporun yerine almasının istendiği ve  hedeflendiği de görülen bu usül ve esasın yeterli olduğunun görülmemesi nedeni ile de yönetmelikteki bu 20. maddenin dördüncü fıkrasında gene bu yönde ayrı bir düzenleme yapıldığını da görmekteyiz.Bu şekilde eski uygulamanın ve yaklaşımda veya alışkanlığın bir şekilde devam ettirilmek istendiğinide öngörmek mümkündür. Bu bağlamda; dördüncü fıkrada yapılan bu düzenleme ile “ikinci ve üçüncü fıkralardaki hâllerde” bağlantısı ile sadece “hâkim veya mahkeme”nin “sosyal inceleme raporu ile birlikte çocuğun işlediği fiilin hukukî anlam ve sonuçlarını algılama ve bu fiille ilgili olarak davranışlarını yönlendirme yeteneğinin belirlenebilmesi amacıyla adlî tıp uzmanı, psikiyatrist ya da zorunluluk hâlinde uzman hekimden görüş alır.” şeklindeki düzenlemesi ile de sosyal inceleme raporu ile birlikte adli tip uzmanı, psikiyatrist ve uzmanının tam olarak belirtilmediği bir uzmandan da ayrıca tıbbi bir görüşün alınacağı yönünde de ayrı bir usul ve esasında getirildiği görülmektedir.

Aslında yasadan farklı ve aykırı bir şekilde yapılan bu düzenleme ile de bu tıbbi görüşün sadece hakim ve mahkeme tarafından sosyal inceleme raporu ile birlikte isteneceği anlaşılmakta olup savcılığın soruşturma kapsamında görüş isteyip isteyemeceği ise bu düzenleme ile belli değildir. Ayrıca bahsi geçen uzmanın da uzmanlık alanı da fıkradaki bu düzenleme de tam olarak belli olmayıp bu kapsamda bir cildiye uzmanının veya bir üroloğun da sosyal inceleme raporu ile birlikte görüşünün alınıp alınmayacağının belirsiz olduğunu da bu bağlamda görebilmekteyiz.Öte yandan 5271 sayılı Ceza Muhakemesi   Kanununun 62-74 maddelerinde yer verilen Bilirkişilik uygumaları ile bu yöndeki bir raporlama uygulamanın zaten bir parçasıdır.  Bu raporlamaya yönetmelikle ayrı bir anlam ve işlev kazandırılmasıda bu konunun diğer bir kavram ve uygulama kargaşası yaratan diğer bir boyutudur.Veya buna eski alışkanlıkları devamının istenmeside diyebilirz.

Başta bu konular olmak üzere özellikle de uygulamada % 75 den fazla çoğunluğu oluşturan 15-18 yaş gurubundaki gençlere yönelik rapor düzenlemenin zorunluluğu ile ilgili belirsizlikliğin devam ettirildiği de görülmektedir. Ayrıca bu açılardan Çocuk Haklarına aykırı bir yaklaşım sergilenerek özellikle bu yaş gurubuna yönelik hak kullanımının ve hukukun askıya alındığı ve kısıtlandırıldığıda görülmektedir. Bu kısıtlamanında hatta perdelemenin bir yaklaşım çerçevesinde olduğuda gayet açıktır. Çünkü    diğer ülkelerden farklı olarak ülkemizdeki hukuk ve tıp bilimleri açısından bu yaş gurubu suçu “bilinçli” bir şekilde ve bir “kast” çerçevesinde  işlediği bize özgü bir şekilde  kabul edilmektedir.Üstelik çocuk ve gencin  kişiliğinin  ve psikolojinin bilirkişilik kapsamında raporlanmasının dışında ülkemizdeki gibi bir raporlamada uygulama bulunmamaktadır. Ülkemize özgü bu raporlama için yasada olmayan bir şeyi yönetmeliğe koyarak uygulamakta bu yakalaşım çerçevesinde  gayet olağan bir yaklaşım olabilir..

Bu özellikleri de içeren bu Yönetmelikte “Sosyal İnceleme Raporu”, 21. nci maddesin de ayrıca düzenlenmiştir.

Sosyal İnceleme Raporları:

MADDE 21 – (1) Sosyal inceleme raporlarında yapılan incelemenin özelliğine ve verilen görevin niteliğine göre aşağıdaki hususların tamamına veya bir kısmına yer verilir;

a) Hakkında inceleme yapılması talep edilen çocuğun,

1) Doğumundan başlayarak geçirdiği gelişim aşamaları,

2) Fiziksel, zihinsel, duygusal, sosyal ve moral gelişim özellikleri,

3) Ailesinin toplumsal, ekonomik ve kültürel durumu,

4) Aile bireyleri arasındaki ilişki,

5) Okul ve iş ortamı ile boş zamanlarını değerlendirdiği çevre,

6) İçinde bulunduğu hukukî durum ve adlî mercilerin müdahalelerini gerektiren olaylar,

7) İnceleme sırasında uzmanlar tarafından tespit edilen davranışları,

8) Suçluluklarına ve topluma uyumsuzluklarına veya korunmaya muhtaç olmalarına neden olan etkenler hakkında bilgiler,

b) Çocuğun fiziksel, psikolojik ve sosyal yönden incelenmesi sırasında elde edilen ve olayın açıklanması bakımından önemli görülen bilgiler,

c) Çocuk hakkında Kanunun 5’inci maddesinde gösterilen tedbirlerden hangisinin yararlı olacağına, tedbirin yanında denetim altına alınmasına gerek olup olmadığına dair öneriler,

d) Çocuk hakkındaki tedbir veya denetim kararlarının ne kadar süre ile uygulanması gerektiğine ilişkin öneriler,

e) Çocuklar ve ailelerine uygulanabilecek özel tretman veya psikiyatrik tedavi hususunda öneriler,

(2) Raporda çocuğun işlediği fiille ilgili olarak hukukî anlam ve sonuçları kavrayabilme ve bu fiille ilgili olarak davranışlarını yönlendirme yeteneğinin olup olmadığı hakkında sonuç değerlendirmesinde bulunulmaz,

(3) Sosyal inceleme raporu, suça sürüklenmiş çocuğun, işlediği fiilin hukukî anlam ve sonuçlarını algılama ve bu fiille ilgili olarak davranışlarını yönlendirme yeteneğinin mahkeme tarafından takdirinde göz önünde bulundurulur,” şeklinde düzenlenmiştir.

“Suça sürüklenmiş çocuğun, işlediği fiilin hukukî anlam ve sonuçlarını algılama ve bu fiille ilgili olarak davranışlarını yönlendirme yeteneğinin mahkeme tarafından takdirinde göz önünde bulundurululacaği” gayet açık bir şekilde vurgulanan ve belirtilen Sosyal İnceleme Raporunun içeriğine yönelik usul ve esasların belirtildiği bu maddenin birinci fıkrasında da görüleceği gibi özellikle Çocuk Koruma Kanununun yürürlüğe girmesi ile yürürlükten kaldırılan 2253 sayı yasada yer alan ve psikopatalojik öğelerin tespitine yönelik Farik ve Mümeyyizlik durumuna yönelik raporun içeriğine yönelik bilgiler yerine “çocuk”un kişisel gelişimi, ailesi, sosyal çevresi gibi konulara yönelik bilgilerin raporun içeriğinde bulunması gerekliliği de bu düzenleme ile görülmektedir. Buna bağlı olarak ise TCK’nin 31. maddesinin uygulanması bağlanmanın gerekli olduğu öngörülen durum/hal ile ilgili “çocuk”un “psikopatalojik ögeleri”ni değerlendirmeye yönelik bir içeriğinde bu maddede yer almadığı gayet açıktır.

Dolayısıyla belli bir işlev için talep edilen ve istenen ile içeriğin bir biri ile uyum sağlamadığı zorlama bu ÇKK ya aykırı durumun yönetmelikte de bu şekilde aynen devam ettiğini /ettirildiğini ve de çocuğu “koruma” adına sosyal inceleme raporunun işlevinin de uygulamada nasıl farklılaşabileceği örneğini de görmemiz bu şekilde mümkün de olabilmektedir.

Üstelik “bilirkişilik” bağlamında düzenlenen raporun tarafsız ve bağımsız bir ortamda düzenlemesi gerekliği ve bunun ise aynı zamanada adil yargılama için gereklilik olmasına rağmen raporu düzenleyen sosyal çalışma görevlilerinin mahkemeye bağlı çalışmaları vede rapora yönelik çalışmaların ve masrafların mahkemece onanması gibi teknik uygulamalar ile ilgili oluşan  durum ise bu raporlamanın başka diğer önemli bir sorunlu alanıdır.

Bu konu ile ilgili olarak Yargıtay 1. Ceza Dairesinin 2008 yılında verdiği bir karar da bulunmaktadır. “FİİLİN HUKUKİ ANLAM VE SONUÇLARINI ALGILAMA” kavramı çerçevesinde verilen Esas No:2008/2777 Karar No:2008/6275 sayılı bu karar şu şekildedir. “Sanık Gökhan yönünden yapılan değerlendirmede 5237 sayılı TCK’nin 31/2. kapsamında kalan 12 yaşını doldurmuş olup da 15 yaşını doldurmamış olan küçüklerin, işledikleri fiilin hukuki anlam ve sonuçlarını algılama ve bu fiille ilgili olarak davranışlarını yönlendirme yeteneğinin varlığının tesbitinde, küçüğün içinde bulunduğu aile, sosyal ve ekonomik koşullar ile psikolojik ve eğitim durumu hakkında sosyal çalışma uzmanı kişilere rapor hazırlatılması, hazırlanan bu raporlar değerlendirilerek hakim tarafından ceza sorumluluğunun belirlenmesi gerekirken devlet hastanesinde görev yapan nöroloji uzmanından alınan yetersiz rapora dayanılarak hüküm kurulması.

Diğer bir karar ise şudur. “Y.6.CD.E. 2007/198,K. 2007/11418,T. 31.10.2007 ÖZET : 5237 sayılı TCK’nın 31. maddesine göre, fiili işlediği sırada 12 yaşını doldurmuş fakat 15 yaşını doldurmamış bulunan çocuğun işlediği fiilin hukuki anlam ve sonuçlarını algılama ve bu fiille ilgili olarak davranışlarını yönlendirme yeteneğinin olup olmadığını takdir etme yetkisi münhasıran mahkemeye aittir. Mahkeme bu değerlendirmeyi yaparken, uzmanlar tarafından bilirkişi sıfatıyla hazırlanan sosyal inceleme raporundaki tespit ve değerlendirmeleri göz önünde bulundurur. Bu düzenleme karşısında çocuk hakkında ceza sorumluluğunun bulunup bulunmayacağı hususunun tespiti 5395 sayılı Çocuk Koruma Kanunu’nun 35. maddesine göre düzenlenecek sosyal inceleme raporunun mahkeme tarafından değerlendirilmesi sonucunda yapılacağı, ayrıca cezaya hükmetmeden ve koruma tedbirine karar vermeden öncede bu rapordan yararlanabileceği, bu hususların tespit ve değerlendirmesinin mahkemesine aittir.
(Benzer bir karar da 3. CD.E. 2006/10549,K. 2006/6846,T. 25.09.2006).

Bu kararlarda da görüleceği gibi 12-15 yaş gurubu; ÇKK daki tanımda yer almamasına rağmen  yürürlükten kaldırılan 2253 sayılı kanunda olduğu  gibi “KÜÇÜK” olarak değerlendirilmiştir.Eski yaklaşım bu karar ilede aynen devam ettirilmiştir. Fakat bu “küçüklerin”, “işledikleri fiilin hukuki anlam ve sonuçlarını algılama ve bu fiille ilgili olarak davranışlarını yönlendirme yeteneğinin varlığının tesbitinde,” ise “küçüğün içinde bulunduğu aile, sosyal ve ekonomik koşullar ile psikolojik ve eğitim durumu” hakkında sosyal çalışma uzmanları tarafından rapor düzenleneceği belirtilmektedir.

Ancak bu kararda görüleceği gibi örneğin hastanede görevli adli tıp uzmanı tarafından böyle bir raporun düzenlememesi gerektiği şeklinde bir sonuç çıkmaktadır..

Ayrıca bu kararda TCK’nin 31. maddesine dayalı olarak 12-15 yaş gurubundaki “küçük”lerde yetişkinlerden farklı olduklarını kanıtlamaları için “işledikleri fiilin hukuki anlam ve sonuçlarını algılama ve bu fiille ilgili olarak davranışlarını yönlendirme yeteneğinin varlığının” şeklindeki bir hal/durum varlığının aranması gerekliliği de bulunmaktadır ki buda “kast/bilinç” ile ilgili bir durumdur.

Dolayısıyla ÇKK nunu uygulamasına yönelik düzenlenen bu yönetmelik ile de uygulamanın temeli olan ve Çocuğun yarar ve esenliğin belirlenmesine yönelik Pekin Kuralının 16. maddesine de Türkiye’ye özgü bir boyut kazandırılmıştır.

“ Sosyal araştırma raporları” başlığı kurallaştırılan bu kural ve açıklaması  şu şekildedir. (ingilizce orjinal metin :Social ınquary reports-social reports;Almanca metin : Ermittlungsberichte-sozial berichte)

16.1 Yargılayan makam tarafından önemsiz ve tali derecedeki suçlar dışındaki bütün vakalarda çocuğun suçu işlemeden önceki yaşam koşulları ve suçun hangi ortam içinde işlendiği konusunda hükümden önce yeterli araştırma yapılmalıdır.

 

Açıklama

Çocuklara ilişkin davalarda sosyal araştırma raporları veya hüküm öncesi raporları son derece önemli ve vazgeçilmez belgelerdir. Bu belgeler sayesinde yetkili makam çocuğun sosyal ve ailevi geçmişi, okul durumu, eğitim deneyleri vb gibi konularda bilgi sahibi olmaktadır. Bu amaçlar için bazı hukuk sistemlerinde mahkemeye bağlı sosyal servisler ve personel kullanılmaktadır. Ayrıca geçici tahliye sonrası çocuğu gözaltında tutmakla görevli kimseler de bu işle görevlendirilebilir. Bu itibarla bu maddede, nitelikli sosyal araştırma raporları elde edilebilmesi için nitelikli personel kullanımının gereğine işaret edilmektedir.

Bu kuralda da görüleceği gibi ülkemizdeki “Kabahatler Kanunu” dışındaki tüm suçlarda 18 yaşına kadar olan çocuk ve gençlere yönelik    suç işlemeden önceki yaşam koşulları ve suçun hangi ortam içinde işlendiği konusunda yeterli bir araştırmanın yapılması çocuk ve gençlerin yargılama hizmetinde  zorunlu hale getirilmiştir.

Bu zorunluluk özellikle  çocuk ve gencin yargılama hizmetine yönelik uygulamadaki ve yaptırımda gözetilmesi gereken “yarar ve esenliğinin” öncelikle gözetilmesi ile ilgilidir. Bu raporlama ile aynı zamanda  hem bu yarar ve esenlik durumu hemde çocuk ve gencin gelecek beklentisinin belirlenmeside hedeflenmektedir.Bu şekilde hem Çocuk Hakları Sözleşmesinin 3. maddesinde belirtilen çocuğun yarar ve esenliğin gözetilmesi ile ilgili HAK’a ulaşımının sağlanması hemde Çocuk Koruma Kanunun 4.1/b maddesindeki   ilkelerde yer  alan bu yarar ve esenliğinin sağlanıp sağlanmadığının sorgulanması gerekliliği de ortaya çıkmaktadır.

Dolayısıyla kuralda belirtilen bu tanımlama ve işlev bağlamında düzenlenmesi gereken rapor ile Çocuk Koruma Kanunu kapsamında    raporlama aynı içerik ve işleve de yönelik değildir. Birbiri ile bağlantısıda bulunmamaktadır. Ancak bu yöndeymiş şeklinde bir ALGI oluşturulmak istenmiştir.Ülkemizde “kural”ların öyle kolayca uygulanamayacağını ,bunların nasılda esnetilebileceğininin güzel bir kanıta oluşturulmuştur.  Üstelik bu işleve yönelik bir raporlama ülkemize özgü olup başka bir örneğide bilinmemektedir. Bu şekilde uygulamanın 18 yaşına kadar olan çocuk ve gençlerin yarar ve esenliğine uygunluğunun sorgulanmasıda engellenebilmekte vede perdelenebilmektedir.Bu evrensel ilke ve kurallara aykırı durum ise çocuğa yönelik özel bir uzmanlık mahkemesi bile kursanız , önceliğiniz çocuğu bir  “kast”a dayalı olarak suçu işlemiş biri olarak kabul eden bir   maddi gerçeğin bulunmasına vede cezalandırmasına odaklı bir sisteme ve felsefeye dayandırırsanız buda oldukça  olağan bir uygulamadır.Bu aynı zamanda çocuk ve gençlerinize gösterdiğiniz değerinde bir ölçütüdür.

Aslında Pekin Kuralında bahsedilen “Sosyal İnceleme Raporu” uygulamanın örnek alındığı belirtildiği Almanya’daki çocuk ve gençlerin yasal olarak korunup kollanması ile görevli bir resmi vesayet kurumu olan “Jugendamt/Gençlik Dairesi”nde yer alan “Jugendgerichtshilfe/Gençlik Mahkemesi Yardımcısı” biriminin  düzenlendiği rapor ile aynı nitelik ve içeriktedir.

Almanya’da 1923 yılından beri Yurttaşlık hukuku bağlamında çocuk ve gençlerin yasal olarak korunup kollanması ile ilgili olan ve Gençlik Mahkemeleri Kanunu ile parelel yürütülen  “Jugendwohlfahrtgesetz” ile “ceza” yerine “gencin” durumuna odak alan ve “Jugendamt/Gençlik Dairesi” ve “Jugendgericht/Gençlik Mahkemesi” bağlamında birbirine parelel oluşturulan sistemde bu yönde bir rapor önceliklidir. Mahkemeden bağımsız hazırlanması ve bunun dosyanın bir parçası olması da uygulamanın temel bir unsurudur.. (Alman JGG-Gençlik Mahkemeleri Kanunu /Mad.38)Bu rapor uygulamada bir delil niteliğindedir.Düzenlenmesi ülkemizdeki uygulamadaki gibi bir gereksinmeye dayandırlmamıştır. Çocuk ve gencin kişilik ve psikolojik durumu ile ilgili tıbbi değerlendirme ve bunun raporlanması ayrı bir süreç olup bu raporlama ya bu amaçla oluşturulmuş özel gözlem merkezlerinden veya bu konuda da bilirkişilik  yeterliliği olan sağlık kuruluşlarının raporlarına dayalıdır.Farklı işlevdeki bu raporun birbirini yerine tutmasıda uygulamada mümkün değildir. Bu uygulama Alman Ceza Usul Kanununun (StPO) 75 .maddedeki bilirkişilik kurumu bağlamında uzman raporu olarak mahkemeler tarafından ihtiyaç duyulduğu takdirde düzenlenmektedir. “Gutachten bericht” olarak değerlendirilen bu raporda tanı ,tedavi ve diğer önerilerede mesleki uzmanlık çerçevesinde doğal olarak yer verilmesi gerekebilir.Mesleki yönden mahkemelerin ülkemizdeki uygulamada olduğu gibi bir sınırlama getirmeleride mümkün değildir.  Her iki rapor süreçte farklı ve ayrı açılardan değerlendirilir.

Dolayısıyla uygulamada sosyal hizmet ile tıbbi açıdan farklı farklı uygulama ve bir raporlama hizmeti /görevi söz konusudur.

Bunlara bağlı olarak  ortada “Sosyal İnceleme Raporu” bağlamında uygulamada oluş(turulu)an bu kavram kargaşası bağlamında ceza sorumluluğunun belirlenmesine yönelik Çocuk Koruma Kanununda  vede Türk Ceza Kanununda  belirlenmeyen /belirtilmeyen bir çalışma alanı  önce Maltepe Üniversitesinin uygulamasına  yansımış daha sonra ise bu Cumhuriyet Üniversiteninde aynı amaçla kurulan merkezin görevine de düzenlenen yönetmelik ile  yansıtılmıştır.

Ceza sorumluluğunun belirlenmesi bağlamında çocuk ve gençlerin yargılanmasına yönelik kurulmuş özel mahkemesi tarafından çocuk ve gençlik ile ilgili özelliklerin bilinmesi gerekliliğine rağmen  çocuk ve gencin işlemiş olduğu fiilin hukuki anlam ve sonucunu anlamaya yönelik tıp biliminden yararlanılarak yapılan bu “BİLİNÇ” düzeyine yönelik raporlama sonucunda aslında çocuğun bir yetişkin gibi olup olmadığı yönünde bir değerlendirme yapıldığı ve bunda tıp bilimin araç olarak kullanıldığı da  konunun bir gerçeğidir.Çünkü bu rapor ile  12-15 yaşındaki bir çocuğun işlemiş olduğu fiilin/suçun sonuçlarını algılayıp  anlamış olması hali dolayısıyla bir yetişkinlik hali ortaya çıkması nedeni ilede bu “çocuk” artık BİLİNÇ düzeyi ile bir “yetişkin” gibi değerlendirilmesine bağlı olarak bu çocuk artık bir “ yetişkin  çocuk”dur. Fiilide /Suçun TCK. 21 maddesindeki düzenleme bağlamında bir yetişkin gibi suçu bilerek ve isteyerek işlediği kabul edilerek güvenlik tedbirlerine  yerine özgürlüğüde engeleyecek  şekilde çeşitli yaptırımları içeren cezaların   uygulanmasıda sağlanmaktadır. Bu şekilde bu “yetişkin çocuklar” Çocuk Koruma Kanununun 3/1 maddesinde tanımlanan “suça sürüklenen çocuk “ tanımından da uzaklaştırılmaktadırlar.Yani diğer bir deyimle  bu “yetişkin çocuklar” aynı zamanda suça sürüklenen çocuklarda değillerdir. 16-18 yaş gurubundaki yasaya ve Çocuk Hakları Sözleşmesine göre “çocuk” olarak nitelenen gençlerde zaten özel kurulmuş uzmanlık mahkemelerince “suça sürüklenen çocuk” olarak 2005 yılından beri değerlendirmemeleri ise kamuoyunu yanıltan konun diğer   bir unsurudur.

Bu yöndeki değerlendirmede ÇKK nın 35 maddesi bağlamında düzenlenen “Sosyal İnceleme Raporu” da  bu yönde bir rapordur. Ortaya çıkan bu sonuç çerçevesinde Pekin Kurallarından 16. maddesinde yer alan kurala aykırılık gayet açık bir şekilde ortaya çıkmaktadır. Mahkemeye bağlı sosyal hizmet uzmanlarında yer aldığı sosyal çalışma görevlileri tarafından düzenlenen bu raporlar ile aslında çocuk ve gencin suçu kasıtlı olarak işleyip işlemediğinin belirlenmesine katkı sağladığı gerçeğini görmemek mümkün değildir.Bilinç düzeyi ile ilgili bu durum ile karar vermek ise   “sosyal araştırma rapor” ile aslında mümkün değildir.Mümkünde olmamalıdır.Özetle bu kalp ile ilgili verilmiş bir rapor ile beyine yönelik bir ameliyat yapılmasına benzemektedir.

Bu konuda örneğin 14 veya 15 yaşındaki bir çocuğun   böyle bir değerlendirme bağlamında bir uzmanlık mahkemesi olan Çocuk Mahkemesi tarafından suçu bilinçli ve kasıtlı işlediğini kabul etmesi bağlamında bir  “yetişkin çocuk” olduğuna karar vererek  bir sene hapis cezası verdiğini varsayalım.Ve,  bir sene sonra 18 yaşındaki bir yetişkin gibi bu çocuğun bir ehliyet alması veya kendi başına bankadan hesap açmasının mümkün olup olmayacağı sorusuna bulacağımız yanıt uygulamanın çelişkisini ve felsefesinide yansıtabilir.Belki birazda düşündürebilir.

Bu kapsamda internette  Adli Tıp Dergisinin 2006 ;20(3) sayılı yayınında “KTÜ Tıp Fakultesi Çocuk Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Polikliniğine son iki yılda başvuran adli olguların değerlendirmesi “başlıklı makaleye ulaşmak mümkündür.

KTÜ Tıp Fakültesi Çocuk-Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı, Başkanlığında çalışan doktorlar tarafından yapılan bir çalışmayı içeren bu makalede polikliniğe 2004-2005 yılları arasında adli makamlarca gönderilen 181 çocuk ve ergene yönelik bir değerlendirmeye yer verilmiştir.

Bu makalede “Çocuk suçluluğu ile ilgili hemen tüm araştırmacılar, suçluluk davranışı içinde olan çocuğu, suça itilmiş çocuk olarak kabul etmektedirler  Pek çok etkenin belirlediği bir davranış bozukluğu olarak tanımlanabilen çocuk suçluluğu; ruhsal, zihinsel, ailesel ve toplumsal tüm olumsuz etkenlerin bir sonucudur “ şeklinde bir değerlendirme yapılmış olup bu tıbbi değerlendirmenin hukuk uygulamasına yansıtıldığını görmek mümkündür. Ayrıce gene mukalede 181 vakadan 26 sına (%14) ( ki uygulama gereği muhtemelen hepsi 15 yaşın altında olması gereklidir.) “Farik ve mümeyizdir” şeklinde;128 vakaya ise (70,7) “Farik ve mümeyiz değildir” şeklinde  rapor düzenlendiği görülmektedir.

Dolayısıyla bu çalışmada görüleceği gibi 181 çocuktan 26 sının  “bilinç” düzeyi açısından bir yetişkin gibi oldukları yönünde bir değerlendirme yapıldığı ve bu değerlendirmenin çocuk suçluluğu ile ilgili belirtilen görüş ile çeliştiğide görülmektedir.Ülkemize özgü olan bu durum ve bu şekilde bir raporlamada oldukça olağan bir şekilde  değerlendilmektedir.Muhtemelen bu 26 yetişkin çocuk ise bu raporlar çerçevesinde  bir yetişkin gibi bilinçli bir şekilde suç işlediklerinden dolayıda yetişkinlere öngörülen cezaya indirimli olarak çarptırılmışlardır.   Çocuk Koruma Kanunun yürürlüğe girmeden önceye yönelik  bu veriden yola çıkıldığımızda  böyle bir değerlendirmenin tıbbi açıdanda ne kadar sorunlar içerdiğini gayet açıktır.Bu bize özgü raporlamayı örneği Adli Tıp Uzmanları yurtdışında diğer meslektaşlarına nasıl aktardıklarıda konunun merak edilmesi gereken bir hususudur.Fakat bunca çelişkiye rağmen bu ceza sorumluluğunu belirlemeye yönelik raporlamaya yönelik bir isteğin devam ettiğinide bu son iki yönetmelikte görebilmek bu açılardan mümkün olabilmektedir.Bunun nedeni ise anlaşılır gibi değildir.

Fakat burada temel sorun yargılamada gösterdiğimiz yaklaşım ve entelektüel düzeydir. Çağdaş dünya gençlik yargılamasını 24 yaşına kadar nasıl çıkarırız diye tartırtışırken ülkemizde ise CEZA vermek için    14 veya 15 yaşındaki bir çocukta insan gelişimine aykırı bir şekilde  bir yetişkin gibi bir BİLİNÇ’e sahip olduğunu kabul eden vede bunun aksini belirlemek içinde   tıp ve sosyal hizmeti araç olarak kullanan/kullandıran bir yaklaşımın çağdaş olduğunu söyleyebilmek ve benimsemekde oldukça zordur. Kendine özgü bu Çocuk Ağır Ceza Mahkemesini kuran yaklaşımın vede kendine özgü BİLİNÇ belirlemeye yönelik bu raporlamanın en azından 1923 yılı Almanyasından bile geri bir yaklaşım olduğu somut bir gerçektir.

Bu nedenlerden dolayı  Cumhuriyet Universitesinin son yayınladığı yönetmelikteki ceza sorumluluğunu belirlemeye yönelik bir görev yürütmesini hem sağlık hem hukuk hemde sosyal hizmetler bağlamında değerlendirdiğimizde; bu düzenlemenin, Türk Ceza Kanundaki Ceza sorumluluğu bağlamındaki maddelerine, Çocuk Koruma Kanunun 35. maddesinde hükümlere vede uygulamanın evrensel ilke ve kurallarına aykırı   olduğu görülmektedir.

ÖRNEKLER

Hem Cumhuriyet hemde Marmara Üniversitesi olmak üzere diğer iki üniversite de yönetmelikler çerçevesinde  kurulan merkezlerin yurtdışındaki uygulamalarından da bazı  örnekleri kısaca  verebilmek mümkündür.

Bilindiği gibi başta çocuk olmak üzere bireyin toplum adına korunup kollanması Medeni Kanun(Yurttaşlar Kanunu) bağlamında yürütülen bir uygulamadır.Öncelikle de idari bir görevdir.Laik bir devlet yapısında da  gereklidir. .Ülkemizde ise bilindiği gibi  Medeni Kanun Roma Hukuku temeli ve felsefeside içeren  İsviçre Medeni (Yurttaşlar) Kanunundan (ZGB) uyarlanmıştır. Bu kanun gene Roma Hukuku ve felsefesine dayalı Alman Yurttaşlar Kanunundan (BGB) da yararlanmıştır.Bu nedenden dolayı ülkemizde genel olarak bu konularda uygulama örneği olarak gösterilen   Anglo-sakson (Commen Law) uygulamalarından farklı felsefe ve uygulama içeren Kıta Avrupasından  uygulama örneklerinden birini İsviçre’den verebilmek mümkündür.Bu ülkemizdeki Medeni Kanun uygulamaları açısından da gereklidir.

Bu bağlamda İsviçre’deki çocuğunun korunup kollanması ile ilgili kamusal görev bir resmi vesayet kurumu olan Gençlik Daireleri ve Gençlik Sekreterliği (Jugendamt veya Jugendseketaeriat) üzerinden 1912 den beri yürütülmektedir.Sosyal Hizmetlere yönelik hizmetin bir parçası olan bu yapılanma  ya bazen tek başına bu adla  yada sosyal hizmet ile ilgili  bir birimin içinde entegre edilecek şekilde verilmektedir. Örneğin Zürih’ te Gençlik Dairesinin çocuğunun korunup kollanması ile ilgili vesayet hizmetide 2008 yılından beri yeniden yapılandırlan mahalle bazlı sasyal hizmet merkezleri (sozialzentren) üzerinden verilmektedir.Herhangi bir çocuk istismarı veya buna benzer bir durumda bu vakanın hukuki süreçde dahil tüm süreç   bu merkezlerdeki birim üzerinden yürütülmektedir. Yani; böyle bir durumda  öncelikle idari açında konunun sorumlusu bellidir.

Bu konudaki sağlık ile ilgili hizmet ise doğal olarak  Zürih Kinderspital (Çocuk Hastanesi) tarafından verilmektedir. İnternettede yer alan bilgilerlede görüleceği gibi Zürih Üniversitesi ve Kanton İdaresinin birlikte yönetttiğ Çocuk Hastalıkları ile ilgili tüm branşların bulunduğu   bu hastanede ayrıca “Kinderschutzgruppe/Çocuk Koruma Grubu” olarak ayrı bir birimde bulunmaktadır. Bu birim Hastananenin Çocuk Dahiliye,Çocuk Acil;Çocuk Cerrahi Çocuk ve Genç Jinekoloji;Yoğun Bakım;Çocuk Psikosomatik ve Psikiyatri Bölüm Başkanı doktorları ile Mağdur yardımı konusunda danışmanlık hizmetide veren iki sosyal hizmet uzmanı;;bir psikolok;Başhemşireden oluşan bir disiplinlerarası işbirliğini gerçekleştiren bir kurumsal bir birim olarak hizmete vermektedir. İhmal ve İstismara bağlı vakaların tanımı ; resmi raporlaması ve mağdura yardım yasasında verilmesi gereken danışmanlık dahil diğer hizmetlerin verildiği bu yataklı hizmetde veren  birimde talep olduğu takdirde bilirkişilik kapsamında rapor düzenleme yetkiside (akredite) bulunmaktadır.Konu ile ilgili ilgili kişi ve birimlere supervizörlük dahil danışmanlık hizmetide  verilmektedir. Buna benzer bir yapı gene aynı ad ile Basel Üniversitesi Hastanesinin Çocuk Hastanesinde Pediatri bölümdede aynı işlevle görev yapmaktadır.

(http://www.ukbb.ch/paediatrie_kinderschutz.cfm)

İsviçre’ den diğer bir örneği ise St.Gallen şehrindeki uygulamadan verebiliriz. “Kinderschutzzentrum” Çocuk Koruma Merkezi başlığı altında gene Çocuk Hastanesine bağlı bir birim olarak hizmet veren bu yapılnmaya konu ile ilgili diğer kurumlarında katıldığı bir yapı söz konusudur. (http://www.kispisg.ch/) Bu yapılanmada 6-18 yaşındaki çocuk ve gençlerin acil konaklama ve bakım hizmetinin verileceği hastane dışında yataklı bir birim; gene psikosomatik ve psikoterapinin sosyal destek programları ile yürütüldüğü 11 kapasiteli yataklı bir birim vede magdur çocuk ve gençlere yönelik danışmanlık ve koruyucu,kollayıcı hizmeti veren diğer bir birimde yer almaktadır.Ayrıca merkezin acil telefon danışma ve yardım hizmeti bulunmaktadır.Bu hizmetlerde Gençlik daireleride bu hizmetin bir parçası olup bu çocuk koruma guruplarının içinde yer alan sosyal hizmet uzmanları ile birlikte yataklı kurumdan sonraki sürecin planlanması birlikte yapılmaktadır.

Almanya’da ise gene çocuğun korunup kollanmas ile idari /kamusal görev Yurttaşlar Kanunu; Gençlik Koruma Kanunu ve de Sosyal Yasa /SGB kapsamında 1900 yılından beri “Jugendamt” başlıklı Gençlik dairesi tarafından yürütülürken çocuk ve gençlerin ihmal ve istismarına dayalı ortaya çıkan sağlık uygulamalarında bazı farklı uygulamaları görebilmek mümkündür. Bunlardan biri gene isviçre’de görüldüğü gibi bazı üniversite hastanelerinde oluşturulan “kinderschutzgruppe/çocuk koruma gurubu” tarafından yürütülmektedir.Bunun ile bir örneği Bonn daki uygulamadan verebiliriz.  İnternette http://www.kinderschutzgruppe.uni-bonn.de adresinde de yer alan bilgilerde de görüleceği gibi Universitenin Tıp Fakultesi Kliniklerinden  Çocuk Kliniği altında diğer kliniklerden vede sosyal servisden katılanlar ile oluşturulan ekibe dışarıdan hukukçularda  yer almaktadırlar.Diğer bir örnek ise Univaersitatsklinikums Hamburg-Eppendorf da Institut für Rechtmedizen (Adli Tıp Enstitisün) de uygulanan Kinderkompetenzzentrum /Çocuk uzmanlar merkezidir. (  www.uke.de/institute/rechtsmedizin) Bu yapı içinde diğer klinikler ile birlikte ekip oluşturulmuştur.

Öte yandan Almanya’da  Çocuk Koruma Merkezi (Kinderschutzzentrum) başlığı ilede çalışma gösteren merkezler yer almaktadır. Hemen hemen büyük illerde özellikle ve öncelikle danışmanlık hizmetinin yanı sıra sosyal destek programları ile birlikte ayaktan tedavileri yürütülecek şekilde Gençlik Daireleri ile birlikte çalışmaları yürüten merkezlerdir.Özellikle yataklı bir tedavi programnın devamınıda yürütecek şekilde yapılandırılmışlardır.Bunların tüm adresileri ve çalışmaları ile ilgili bilgiler bu konuda kurulmuş olan birliğin internetteki http://www.kinderschutz-zentren.org/ksz_zentr1.htm adresinden bulmak mümkündür.l

Medeni Kanun (Yurttaşlar Kanun) a dayalı toplumun ve idarenin çocuğun korunup kollanmasına bağlı sorumluluk ve yükümlülüğünün gayet açık olarak belli olduğu bu ülkelerde konunun sağlık açısından  yürütülmesinde bu sorumluluk ve yükümlün belirlililğine  bağlı olarak uygulama görüleceği gibi hastanelerdeki çocuk ile ilgili birimlerin bir araya gelerek oluşturduğu bir “grup/ekip” çerçevesinde  yürütülmektedir..Hastane içi hizmetin niteliği ilede ilgili bir hizmet birimi şeklindeki bu yapılanmaya bakım hizmetinin bir parçası olarak hemşerilik hizmeti ve özellikle hastane sonrası çıkışın planlanması bağlamında sosyal hizmet çalışanları ve psikologlarda bu gurubun dısiplinlerüstü yapısı gereği bir  parçasıdır. Bunlara ek olarak bazı yerlerde hukukçularında dışarıdan bu guruba katıldıklarının görmekteyiz.Ayrıca bu gurubun bu şekilde yapılandırılması ile  ayrı bir kimlik kazandırıldığı bu kimlik bağlamında çocuk ihmal ve istismarında hukuki süreçlerle ilgili raporlama hizmeti verdiği ve bu raporlamanın delil olarak değerlendirdiği akredite bir uygulamayı da görmekteyiz.Bununla beraber bu hizmet özellikle “magdur yardımı” ile ilgili yasal düzenlemeler açısından  mağdurlarda oluşan sağlık sarunlarının çözümündede hizmet vererek bu yasal sürecinde bir parçasıdır.Bu yapılanma ve uygulama  sağlığa bakışıda yansıtarak sağlığın ülkemizde olduğu gibi “hastalık” odalık olmadığını “hasta” odaklı olduğunu vede bunda sadece “medical/tıbbi” bir boyutunun olmadığı,  psikolojik ve sosyal boyutların varlığının benimsenmesi ilede psikolojik ve sosyal tedavi (iyileştirici) süreçlerin dahil edildiği bir uygulamayı da görmek mümkündür.

Bu nedenden dolayı bu uygulama konunun özüne ve felsefesine bağlı olarak  “çocuk” ve “hasta” odaklı olarak yapılandırılmıştır.Bu yüzdende hastane içindeki bu grup /ekip çalışmasına “çocuk koruma grubu” tanımlaması veya Hamburg daki Adli Tıp Enstitüsündeki gibi “Çocuk Uzmanlar Ekibi” adlandırmaları uygulamayı tam olarak yansıtmaktadır.”Merkez” adlandırması ise daha çok toplumsal ve idari olarak sosyal hizmet içerikli başka bir işlevide  çağrıştırmaktadır.

Öte yandan “Çocuk Koruma Merkezi” başlıklı Almanya’daki bu sosyal hizmet işlevli uygulamada Gençlik Dairesinin görevi ve bu yapının işlevi bağlamında hastane sonrası ve toplum içerisindeki ayaktan ve günlük uygulamayı yürütmesi açısında da temel bir işlev yansıtmaktadır.Özellikle konu ile ilgili vaka yönetimi bağlamında sosyal ve psikolojik tedavinin uzmanlık olarak yürütmesi açısından da önemli bir işlev görmektedir.

DEĞERLENDİRME

Dolayısıyla ortada çocuk ve ihmal ve istasmarı dahil olmak üzere  çocuğun korunup kollanmasına yönelik bir genel konsept ve bu konsepte dayalı birbirini destekleyen ve uyum içinde olan başta çocuğun yasal olarak korunup kollanması bağlamında sorumlusu gayet açık bir şekilde olan sosyal hizmet temelli ve içerikli “idare” tarafından yürütülen  bir  uygulama söz konusudur.”Sağlık” ve “Hukuk”da bu uygulamayı destekleyen bir niteliktedir.

Başta Marmara ve Cumhuriyet Üniversitelerinin uygulamalarını ;  yurtdışındaki bu “teknik” uygulamaları bir ölçüde ülkemize yansıtma  çabası veya bir model çalışması olarakda değerlendirmek mümkündür. Ancak; o ülkelerde bu konudaki  konsept ve felsefe ülkemizde olmadığı veya yeteri ölçüde algılanamadığı için uygulamadaki genel soruna nasıl katkı sağlayacağı da tartışmalıdır. Bu uygulama muhtemelen özellikle çocuk ihmal ve istismarından dolayı üniversite hastanelerine gelen çocuk vakalarının çeşitli birimler arasında dolaşmasını ve hırpalanmasını engelemeye yöneliktir. Çünkü ülkemizde özellikle bu konuda İsviçre Medeni(Yurttaşlar) Kanunundaki ilgili maddelerinin  çevirisinin yapılmamasına dayalı olarak bir Resmi Vesayet Kurumu şeklinde kurumsal bir idari yapının kurulmaması, bunun istenmemesi/engellenmesi bağlamında ihmal ve istismara uğruyan  çocuğa yönelik yürütülen hukuksal,  idari vede sağlık  hizmetlerinde çocuğa ikinci bir travma yaşatılması uygulamanın bilinen bir gerçeğidir..Bu gerçeğe dayalı olarak ise genel konsepti tartış(a)madan her uygulama disiplinin kendine göre ve kendi algısına göre bir çözüm arayışıda bu çaresizliğin diğer bir gerçeğidir.  Bu gerçeğe dayalı olarakta bu sorunun bir parçası ve tarafıda olan sağlık hizmetleri bağlamında üniversitedeki tıp eğitimi  hizmetininde yürütüldüğü hastane içi bir hizmetin  koordinasyon sorununu çözmeye yönelik bir uygulama anlayışınıda bu yönetmelikler  yansıtmaktadır..Bu açıdan; bu uygulamada “Çocuk Koruma Merkezi” gibi bir başlığın kullanılması sağlık bilim dalları arasındaki  koordinasyon çalışmasına ayrı bir ek anlam ve görevleri de konunun özelliğinden dolayı yükleyebilmektedir. Uygulamanın genel esası aslında sosyal hizmet odaklı olmasına rağmen hizmetin niteliği için sağlık bilimlerinin uyumuna yönelmesi vede   üniversitenin hukuk veya en azından psikoloji gibi diğer bilim dallarını işbirliği dışında bu uyum çalışmasına dahil etmemesi merkezin adını daha da tartışmalı kılmaktadır.Bu adlandırma ile yürürlükteki 5395 sayılı Çocuk Koruma Kanunu ve bu kanunun sosyal hizmetler ve ceza kanunu uygulamaları bağlamında değerlendirdiğimizde  “Çocuk Koruma Merkezi” başlığı ile  bu  iç koordinasyon çalışması sunduğu işlev açısından da bir sorun yaratmaktadır.Yurtdışı örneklerinden de farklıdır.

Diğer taraftan başta  adli tıp olmak üzere psikiyatri gibi diğer  bilim dalları açısından çocuk ihmal istismarı veya suça yönelme durumlarında   mahkemelere “bilirkişi” bağlamında bir raporlama hizmeti uygulamanın bir parçası olması açısında da konuya baktığımızda Yargıtay’ın verdiği kararlara  bu konuda birinci derece bir  bilirkişi kurumu olarak İstanbul’daki Adli Tıp Kurumu kabul edilmiştir.  Üniversitelerin tıp fakultelerindeki “adli tıp” ile bilim dalı açısından bilirkişilik   işlevi  bu yüzden  öncelikle bir eğitim çalışması olması nedeni ile merkezin bu açıdan  akredite bir bilirkişi kurumu işlevide görmesi söz konusu değildir.

Öte yandan Çocuk Koruma Kanunun 45. maddesi kapsamında sağlık ile ilgili tedbirlerin uygulamasında sorumluluk Sağlık Bakanlığına verilmiş bir görevdir.  Fakat 2005 yılından beri Sağlık Bakanlığı bu konudaki sorumluluğu ve yükümlülüğünü yerine getirmeyi hala kurumsallaştıramamıştır.Bu görevi benimsememiştir.Bu durum üstüne üstlük sorgulanmamaktadırda. Devlet Hastanelerinde çocuk ihmal ve istismarına yönelik bu yönde bir çalışma gerçekleştirmemişken bunun “idari” sorumluk açısından”  hukuki bir sorumluluğu olmayan Üniversitelerde bir boşluğu dolduracak şekilde  bu yönetmelik ile  gerçekleştirilmeside bu konunun tartışmaya açık diğer bir boyutudur. Üniversite hastanesinde “Çocuk/Hasta” bakımdan herhangi bir şekilde ortaya çıkacak hizmetin niteliği ile ilgili bir sorunun “Hasta Hakları” bağlamında çözülecek olması ve  bunun ise ülkemizde oldukça şekilsel bir düzeyde kalmasıda konunun asıl muhatabı olan idarenin/yürütmenin yani Sağlık Bakanlığının ortalarda gözükmemeside bu konudaki hizmetin niteliğinin sorgulanmasını engelleyen bir unsur olarak ortaya çıkarmaktadır..  Üstelik başta “hasta-doktor” ilişkisi bağlamında  “Hasta” odaklı bir yaklaşımının yerleşmediği ve benimsenmediği  bir uygulamada bu sorun doğal olarak daha da artmaktadır.Özellikle “Hasta”ya bakış ve  iyileştirmeye yönelik yaklaşım ve diğer disiplinler ile uyum ise bilindiği gibi ülkemizde oldukça tartışmalıdır.

Her iki üniversitenin yönetmeliklerinin 5. maddesinde  her iki üniversitesindeki anabilim dalları ve çocuk hastalık,çocuk cerrahisi,çocuk psikiyatrisi ve adli tıp ana bilim dalları arasında işbirliği ve koordinasyon bu merkezlerin amacı olarak gösterilirken bu uygulamanın bir parçası olan ve olması gereken hastanedeki  sosyal hizmetler servisinin bu işbirliğinin bir parçası olmadığını vede buna hemşirelik hizmetinin dahil edilmediğini de görmekteyiz.

Aslında bu yaklaşım hem ülkemizdeki sağlık ve tıp bilimi konusundaki yaklaşımı hemde ikinci dünya savaşından beri gelişme gösteren disiplinlerarası işbirliğine dayalı  “hasta” odaklı modern tıbbın ülkemize hala yansımadığını da gayet açık bir şekilde  göstermektedir. Ayrıca; Dünya Sağlık Örgütü WHO nun “Sağlık” ı, sadece hasta veya sakat olmamak değil, bedenen, ruhen ve sosyal yönlerden tam bir iyilik durumu olarak tanımlamasına rağmen uygulamada bu tanımlamanın   görmezden gelindiği görülmektedir.Vede yaşanmaktadır. Bu yaklaşım aslında hem devlet hastanelerindeki hemde üniversitelerde döner sermaye uygulamalarına yansımış olup uygulamaların hala yüz yıl önceki “hastalık” odaklı yaklaşım çerçevesinde yürütüldüğünüde göstermektedir.”Hasta” odaklı bir yaklaşıma anlayışa ve bu bağlamda hizmetin niteliğinin sorgulanması/sorgulatıaması düzeyine  gelinmediğinide göstermektedir. Bilindiği gibi “çocuk ihmal ve istimarın”da tedavi (iyileşme) hizmeti sadece medikal müdahalelerle çözülecek bir hizmet özellikle değildir.Mümkünde değilidr.Aile ve sosyal çevrede bu tedavi sürecin bir parçasıdır.Öyle de olmalıdır. Bu tip vakalarda aile ve sosyal çevre ile ilgili durumun belirlenmesi ve bunlar dosya bilgilerininde bir parçası olmalıdır. Bu “hasta”ya verilecek hizmetin niteliğini belirlemek açısından da gerekli bir unsurdur.Hastane sonrasıda   tedavini bir parçası olmalıdır.  Buna görede bir planlama yapılmasının gerekliliği bu konuda sosyal hizmet çalışmasını gerekli kılmalıdır.  Bu yönde başta aile olmak üzere bu yöndeki çalışmaların döner sermayece ödenir bir hizmet olmasını da bu açılardan  gerekli kılmasına rağmen bu yönde sosyal hizmetleri ve başta koruyuculuk ve kollayıcık bağlamında rehberlik hizmetler ve kişisel gelişim gibi sosyal destek proğramlarını tedavinin bir parçası olarak gören ve bunları ücretlendiren bir yaklaşımı ülkemizde  şimdiye kadar görmek mümkün değildir.Bu görmeye yönelik bir yaklaşımda yoktur. Üstelik yönetmelikte merkezin “koruma” hizmetide vereceğinden bahsederken bunu kimle ve nasıl yürüteceğide belli değildir. Bu açılardan da yönetmelik tartışmaya açıktır ve özellikle merkezin başlığı ile işlevi açısından  eksik bir algıyada neden olunmaktadır.. Üstelik “koruma” hizmeti bağlamında bu konuda hizmet vermesine yönelik üniversiteler  yasal bir görevde verilmiş değildir.

Bu konuyu kısaca şöylede örnekleyebiliriz. Bu merkezin çalışma kapsamında bir çocuk ihmal ve istismarı vakasının Üniversite hastanesinden herhangi bir taburcu programı olmadan evine gönderildiğini vede ihmal ve istismara evde aynen devam ettiğini vede bunun sonucunda  çocuğun kendi canına son verdiğini varsaydığımızda ortadaki bu ihmalin ve kusurun hesabını kim verecektir.Bu hizmetin niteliğini kim ve nasıl sorgulayacaktır.Buna verilecek sorunun önemini dahada ortaya koyacaktır. Böyle bir sistemin /konseptin ve yaklaşımın olduğu uygulamada merkezin bu yapı çerçevesinde verdiği hizmetin niteliğinin sorgulanması ve hesap vermesi oldukça zordur.Başta hasta hakları ve hastanelerdeki hasta hakları biriminin hastane başhekime bağlı bir yapılanması çerçevesinde bu sorgulama hiç de mümkün değilidir.  Bu yönde sorgulama bile ancak “hasta”ya kusur çerçevesinde olabilecektir.Konuyu AİH Mahkemesine  götürdüğünüz takdirde ise sorumlu kim olacaktır.Burada “İdare/yürütme nerdedir.Buda belli değilidir.Üstelik üniversite üzerinde bu şekilde oluşturlmak istenen yapı İdarenin sorumluluğunuda perdelemektedir.

Bu belirsizlikler  bağlamında da “Çocuk Koruma Merkezi” şeklindeki adlandırma ve görev yürütme   işlev ve algılama açısından da tartışmalıdır.İyi niyetli bir çalışamda olsa bu adlandırma mevcut Çocuk Koruma Kanuna ve Türk  Ceza kanunada bu açılardan aykırılıklar içermektedir.

Şu anda bu iki uygulama bir ihtiyaca yönelik veya bir hizmet boşluğunu doldurmaya yönelik  iyiniyet çevresinde yürütülen bir çalışma olabilir..Ancak; bu uygulamanın ve yaklaşımın  genel bir  uygulamayada dönüşmesi söz konusudur.Bu risklerde içeren durumun genel bir alışkanlığa dönüşmeden tartışılmasını özellikle  gerekli kılmaktadır. Çünkü ülkemizde bir çok uygulama yanlış ve bilimsel bir temele bile dayanmasa bile  bir süre sonra kutsanan bir uygulama haline rahatça  gelebilmektedir. Bir süre  sonra tartışılması bile   engellenmektedir.Bunun en somut bir örneği  “sosyal inceleme raporunun” bir delil olarak değerlendirilmesinin engellenmesidir.

Bu durumlar çerçevesinde ; bu yöndeki çalışmaların/ merkezlerin ÇKK nın 45. maddesine dayalı olarak SHÇEK;Sağlık ve Adalet Bakanlığının işbirliği ve uyumu çerçevesinde bir an önce  oluşturulmasını gerekli kılmaktadır.Bu aynı zamanda yasal bir zorunluluk olup bunun sorgulanmadığını da görmekteyiz.(Burada uygulamanın bir parçası olan  savunma hizmetinin bu konudaki niteliği de bir sorun olarak ortaya çıkmaktadır.)Bu yöndeki merkezler en azından SHÇEK ve Sağlık Bakanlığı işbirliği çevresinde yataklı ve de gözlem merkezi şeklinde yataklı yapılandırabilir.  Sosyal ve psikolojik desteği ayaktan veren hizmetlerde bu yapının bir parçası haline getirilebilinir. Hem tıpbi hemde sosyal ve psikolojik hizmetler belli bir süre için tedavi giderinin bir parçası olarakta kabul edilmelidir. Ayrıca bu  yapılanmaya  üniversitelerde dahil edilerek bu yapılanma akredite bir adli bilirkişilik hizmeti verecek şekilde de hizmet verebilir hale getirilebilinir.Bu şekilde çocugun süreçteki hırpalanmasıda engelenebilinir.Hizmetin niteliğide sorgulanabilir hale gelebilir. Maalesef; bu yönde bir yapılanmanın  mevcut entellektüel dürüstlük , düzey vede yaklaşım çerçevesinde gerçekleştirlmesinin zorluğuda diğer bir gerçemizdir.

SONUÇ : Tüm bu nedenlerden dolayı Cumhuriyet Üniversitesi tarafından 21.Temmuz 2010 tarihli Resmi Gazete yayınlanan “CUMHURİYET ÜNİVERSİTESİ ÇOCUK KORUMA UYGULAMA VE ARAŞTIRMA MERKEZİ YÖNETMELİĞİ”nin 6. maddesinin 1/b fıkrasında “Suça sürüklenen çocuğun cezai sorumluluğunun belirlenmesi için gerekli olan inceleme ve değerlendirmeleri yapmak” şeklinde belirtilen görev; halen yürürlükte bulunan 5395 sayılı Çocuk Koruma Kanunun 35. maddesine vede 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 31. maddesine vede maddelerin gerekçelerine aykırı  bir düzenlemedir.Her nekadar iyiniyetle düzenlendiği düşünülse bile yetkili olunmadan hukuka aykırı bir yetkinin kullanımı söz konusudur. Bu nedenden dolayı konunun başta Sosyal Hizmetler vede buna bağlı olarak Sosyal Hizmet Uzmanlığı mesleğini ilgilendiren bir boyutu bulunması nedeni ile başta bu maddeki fıkranın iptali için Sosyal Hizmet Uzmanları Derneğinin en geç 21.Eylül 2010 tarihine bir iptal davası açması kamu yararı için gereklidir.

Ayrıca bu iptal davasında yönetmelikte geçen “Çocuk Koruma Merkezi” adlandırmasında belirtilen  “merkez” kelimesi bu kurulan birimin  işlevi ile örtüşmemesinin yanı sıra  sağlık bilimleri arasındaki uyuma yönelik  bu birimin çalışmasının “ Çocuk Koruma Kanunun” işlevine bağlı olarak  sosyal hizmetler vede hukuk ilede bir parçasıymış şeklinde bir algılama ve kavram kargaşasına  neden olmasından  dolayıda yönetmelikteki “merkez” kelimesinin kullanmının  iptal edilmesi  birlikte talep edilmesi gerekmektedir.

Bu gereklerin yerine getirilmesi dileği ile…                                                    Urla;12.8.2010

Nihat Tarımeri

Sosyal Hizmet Uzmanı

Kaynaklar:

.Cumhuriyet Üniversitesi Çocuk Koruma Uygulama ve Araştırma Merkezi Yönetmeliği;Resmi Gazete,21.7.2010

.Marmara Üniversitesi Çocuk Koruma Uygulama ve Araştırma Merkezi Yönetmeliği;Resmi Gazete,28.8.2009

.Gazi Üniversitesi Çocuk Koruma ve Uygulama Merkezi yönetmeliği;Resmi Gazete 19.3.2006

.Erciyas Üniversitesi Çocuk İhmal ve İstimarını engelleme uygulama ve araştırma merkezi yönetmeliği; Resmi Gazete-18.5.2009

. 5395 sayılı Çocuk Koruma Kanunu

. 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu

. 765 sayılı eski Türk Ceza Kanunu

. 5271 sayılı Ceza Muhakemesi kanunu

.2253 sayılı Eski Çocuk Mahkemeleri Kanunu

. Çocuk Koruma Kanunun  uygulamasına ilişkin  usul ve esaslar hakkındaki yönetmelik

. Dr.Ayten Erdoğan;Çocuk ve Ergenlerde Adli Psikiyatri;

www.aytenerdogan.com/doc/cocuk_ergenlerde_adli_psikiyatri.doc –

.Dr.Gürol Cantürk;Çocuk Suçluluğunda Adli Psikiyatrik değerlendirme;  sted 2005 Cilt 14;Sayı 32 sayfa 31

.Dr.Ümit Biçer;Adli Psikiyatri www.ttb.org.tr/eweb/adli/icinde.html

.Dr.Ümit Nci GündoğmuşİAdli Tıp; Temmuz 1997;Sağlık Bakanlığı Temel Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğü

.Dr.Zeynep Göker; KTÜ Tıp FakultesiÇocuk-Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Polikliniğine son iki yılda başvuran adli olguların değerlendirlmesi;Adli Tıp Dergisi 2006;20(3)1-5

.Nihat Tarımeri ;Çocuk Koruma(ma) Kanunu Sabev Yayınevi

.Nihat tarımeri ;Çocuk Koruma(ma)Kanunu 2; Sabev Yayınevi

. http://www.stadt-zuerich.ch/sd/de/index.html

.http://www.kispi.uzh.ch/Kinderspital/Medizin/Kinderschutzgruppe_de.html

.40/33. Rahmenbestimmungen der Vereinten Nationen für die Jugendgerichtsbarkeit

(“Beijing-Regeln”)

.Strafprozeßordnung (StPO)

.Prof. Dr. Hans-Jürgen Kerner; Minderjährige hinter Schloß und Riegel?“

.Strafmündigkeit;Wikipedia..

.Sozialgesetzbuch (SGB) – Achtes Buch (VIII) – Kinder- und Jugendhilfe – (Artikel 1 des Gesetzes v.

.Rudolf Brunner,Dieter Dölling; Jugendgerichtsgesetz: Kommentar

NOT:Özellikle çocuk ihmal ve istismar ile ilgili vakalarda sağlık dahil iyiyleştirmeye yönelik kamu adına yapılan giderlerin olaya neden olan kişiye rücu edilmesine yönelik bir uygulamanın tartışılması gereklidir.

Shu Serdar Gözükara Anısına

Nihat Tarımeri

Sosyal Hizmet Uzmanı

ntarimeri@gmail.com

Doğrudan cihazınızda gerçek zamanlı güncellemeleri alın, şimdi abone olun.

Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

Anti-Spam Quiz: